EĞİTİMDE REKABET
Prof. Dr. Erdal Türkkan
eturkkan@rekabet.gov.tr
Eğitim, uzun yıllar bir kamu hizmeti veya kolektif mal olarak görülmüş ve rekabet dışında tutulmuştur. Çünkü eğitimin kamu hizmeti sayılması demek, bu malın tüm yararlanıcılara sıfır fiyatla verilmesi demektir. Sıfır fiyatla mal satılan bir piyasaya özel inisiyatifin ilgisinin çok sınırlı düzeyde kalması doğaldır. Diğer taraftan eğitim, çeşitli endişelerle mutlaka kamu tarafından yönlendirilmesi, düzenlenmesi ve denetlenmesi gerekli bir faaliyet olarak görülmüştür. Bu nedenlerle eğitim hizmetinin rekabete izin veren bir piyasada gerçekleşmesi, ya tam olarak ya da kısmi olarak engellenmiştir. Ancak bu yaklaşım, günümüzde hızla değişmekte ve eğitim, pek çok ülkede rekabete açılmaktadır. Bu açılımın temel nedeni, rekabete kapalı modelde, eğitime toplumsal ve özel yararları ile oranlı bir kaynak tahsis edilemediğinin anlaşılması olmuştur. Ancak bu süreçte, hem eğitimin yarı-kolektif mal olma özelliği konusunda ortaya atılan yeni görüşlerin, hem de eğitimde düzenleme gereği konusundaki anlayış değişmesinin de önemli bir rolü olmuştur.
Bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmalar, eğitimin hem dışsal (toplumun tümüne yansıyan) yararlar sağlayan, hem de bireysel yararı yüksek olan bir “yarı kolektif mal” olduğu sonucunu ön plana çıkarmıştır. Bu çerçevede eğitime sadece toplumsal yararı açısından bakılması, bireysel yararın gerektirdiği ek kaynak tahsisinsin yapılamamsı anlamına gelmektedir. Bu bağlamda eğitimde rekabetin temel fonksiyonu, kaynak tahsisinin, hem kamu finansmanının hem özel finansmanın katkısıyla yönlendirilmesinin sağlanmasıdır.
Eğitimin rekabete açılmasında önem kazanan bir diğer husus, eğitimin sağladığı dışsal faydanın her eğitim kademesi için aynı olmamasıdır. Toplumsal faydanın en yüksek olduğu alan, temel eğitim olarak görünmektedir. Bu aşamadan sonra gelen orta öğretimin ve yüksek öğretimin toplumsal faydası giderek azalma göstermektedir. Bu kademelerde bireysel fayda, dışsal toplumsal faydayı aşacak boyuta ulaşabilmektedir.
Her vatandaşın okuma yazmayı, içinde yaşadığı çevrenin temel fiziksel, biyolojik, tarihsel ve sosyal özelliklerini öğrenmesini sağlayan temel eğitimin, dışsal (toplumsal) faydası, özel faydaları kadar yüksek olan önemli bir yarı kamu malı olduğu muhakkaktır. Toplumsal faydanın çok yüksek olması nedeniyle, bu alanda kamunun eğitimin finansmanına tam olarak katkıda bulunması iktisadi açıdan anlamlı olabilir. Ancak bu durum temel eğitimde rekabetin olmayacağı anlamına gelmez. Bu rekabet özellikle eğitimin kalitesi ve eğitim koşullarının cazibesi (mekânsal ve diğer fiziksel özellikler) alanında olacaktır.
Günümüzde giderek yaygınlaşan özel okullar, eğitimin kalitesinin iyileştirilmesine önemli katkılar sağlamaktadır. Özel okulların eğitim piyasasında faaliyet göstermesi çeşitli modeller çerçevesinde yapılabilmektedir. Bunlardan birincisi, bu okulların kamudan bir finansman katkısı almadan faaliyet göstermesidir. Bu model, kamunun daha düşük gelirli gurupların talep ettiği kamu okullarına daha fazla finansman tahsis etme şansını arttırmış olmakta ve bu yönüyle sosyal adaletin sağlanmasına katkıda bulunmaktadır. Bu konuda ikinci bir yaklaşım, tüm okulların kamu katkısından yararlanmasını öngörmektedir. Bu modelin avantajı, temel eğitim kalitesinin daha hızlı bir biçimde iyileşmesinin sağlanması ve kamu yardımlarından yararlanma konusundaki haksız rekabetin yarattığı giriş engelinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu çerçevede, gerek özel okulların, sağladıkları kamu yararına oranlı bir ek kamu finansmanından yararlanmasının sağlanması, gerekse kamu okullarının, öğrencilerden özel yarara oranlı bir katkı alması imkânının yaratılması, rekabet sürecinin kaynak tahsisini etkinleştirme işlevini daha iyi yerine getirmesini kolaylaştıracaktır.
Orta öğretimde standart orta öğretim ve teknik orta öğretim ayrımı önem kazanmaktadır. Standart orta öğretimin sağladığı özel faydanın, toplumsal faydanın üzerinde olduğu, teknik eğitimde ise toplumsal faydanın özel faydadan daha büyük olduğu görüşü, güçlü bir hipotezdir. Teknik eğitimin toplumsal faydasının çok yüksek olması durumunda, bu alanda kamu katkısının toplumsal yarara oranlı bir biçimde yapılması gerekmektedir. Bu durum, teknik eğitimin tamamen kamu eliyle gerçekleştirilmesi gerektiği anlamına gelmemekte, ancak bu alana yapılacak kamu katkısının daha yüksek olması gerektiğini ima etmektedir. Standart orta öğretimin daha hızlı bir biçimde rekabete açılması bu konuda yapılacak kaynak aktarımını kolaylaştırmış olacaktır.
Yüksek öğretimde kamu yararı algılamasının, bu alanı tamamen finanse etmeye yeterli olmadığı, giderek daha açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, yüksek öğretim piyasasının rekabete açılması daha az tartışmalı bir konu haline gelmiştir. Ancak yüksek öğretimin çeşitli dallarında, toplumsal yarar / bireysel yarar oranının farklılık gösterdiği de bir vakıadır. Bu çerçevede yüksek öğretimde de kaynak tahsisinin etkin olması için, özel üniversitelere, yarattıkları kamu yararı oranında bir kamu finansmanı katkısı sağlanması veya kamu üniversitelerinde de özel yarara oranlı bir bireysel katkının (harçlar) öngörülmesi büyük önem taşımaktadır.
Eğitimde saf kamu hizmeti yaklaşımının değiştirilmesi konusunda geçmişten kaynaklanan dirençler ve engellemeler devam etse de, yavaş ritimle de olsa rekabete açılma konusunda hissedilir bir ilerleme görülmektedir.
Günümüzde eğitim piyasalarında rekabeti engelleyen ikinci önemli faktör, düzenlemeler konusunda karşımıza çıkmaktadır. Burada düzenleme engeli, genellikle kalite rekabetine ve fiyat rekabetine getirilen engeller yanında, kamu lehine haksız rekabet yaratma veya giriş engeli oluşturma biçiminde olabilmektedir.
Düzenleme gereğinin en yüksek olduğu alan temel eğitimdir. Temel eğitimin zorunlu kılınması, kapsamının yeterliliğinin ve kalitesinin amaca uygun olmasının sağlanması belli bir düzenlemeyi gerekli kılmaktadır. Diğer eğitim kademelerinde de eşdeğerlik, süre ve kaliteye yönelik bazı düzenlemeler olması beklenebilir. Bu tür düzenlemeler belli sınırlar içinde kalındığında haksız rekabeti engelleyici bir rol da oynayabilir.
Eğitimin rekabete açılmasında kamunun engelleyici rolü, özellikle eğitimin belli bir ideoloji veya dünya görüşünün empoze edilme aracı olarak kullanıldığı ülkelerde söz konusu olmuştur. Eğitimin kapsam ve amaçları konusunda ne kadar sıkı düzenleme yapılırsa yapılsın, özel sektör aracılığıyla yürütülen eğitimin başka ve karşı amaçlara hizmet edebileceği endişesi, piyasalarda serbestleşmeyi ve bu bağlamda da büyük önem taşıyan kalite rekabetini engelleyici bir etki yaratmaktadır.
Ancak günümüzde bu alanda da 1990'lı yıllar öncesinde görülen katı tutumlar önemli ölçüde terk edilmiştir.
Eğitimde rekabet eksikliğinin toplumsal refaha en fazla zarar verdiği alan, anaokulu eğitimi olmuştur. Bazı ülkelerde, bu arada Türkiye’de kamunun bu alanda büyük bir özel ve toplumsal yarar potansiyeli olduğunu algılamaması ve özel sektöre ciddi giriş engelleri yaratması, telafi edilmesi güç potansiyel refah kayıplarına yol açmıştır. Bu nedenle rekabetin gelişmesine belki de en çok bu alanda ihtiyaç vardır.
*Burada ifade edilen görüşler Rekabet Kurumu açısından bağlayıcı değildir.